İbretlik-Hikaye--Mutlaka-Okuyunuz
Okunmaya DEĞER İBRETLİK BİR OLAY LÜTFEN SONUNA KADAR OKUYALIM
Tuğrul, annesinin sofraya getirdiği
bulgur pilavını görünce, yüzünü
buruşturdu.
-Üç gündür aynı şey anne, diye şikâyet
etti. Pilav, pilav, pilav…
Anne tabağı sofraya koyduktan sonra:
-Oğlum ne yapalım? Elimizde var mı ki
sana çeşitli yemekler pişireyim…
Paramız var mı ki istediklerini alayım…
Tuğrul gözlerini kıstı:
-Komşumuzun oğlu Ahmet’i biliyorsun
anne… Evlerinde çeşit çeşit yemek
çıkıyor. Mert de öyle, Selim de öyle…
Üstelik hiç birinin cebinden harçlığı
eksik olmuyor. Bıktım bu
parasızlıktan… Benim onlardan farkım
ne?
Annesi ağlamamak için başını arkaya
çevirdi. Üzüntü dolu bir sesle:
-Oğlum, bu elimizde olan bir şey mi?
Baban sonunda iyi kötü bir iş buldu.
Kazancıyla kıt kanaat geçinip gidiyoruz.
Hem sen başkalarına ne bakıyorsun?
Onlar kadar zengin değiliz ki biz.
-Neden olmuyoruz, neden olamıyoruz
ya?
Hışımla sofradan kalktı.
-Ben bu yemeği yemiyorum! Hep aynı
yemek! Bıktım! Pantolon desen yamalı
yırtık! Gömlek desen eski püskü! Yeter
ya!
-Oğlum Tuğrul! Nereye böyle?
Tuğrul, eskimiş, yer yer boyası
dökülmüş mon-tunu sırtına geçirirken
annesine boş gözlerle baktı, cevap
vermedi. Kapıyı çektiği gibi çıktı.
Zavallı anne bitkin ve kederli bir halde
içini çekti önce… Sonra yanaklarına
doğru birkaç damla yaş süzüldü.
Peşinden bir hıçkırık… Sarsıla sarsıla
ağlamaya başladı.
-Ya Rabbim, ne olacak bu hâlimiz
bizim? Bize yardım et.
Hem ağlıyor, hem dua ediyordu.
Zavallı kadın üzüntüsünden tek bir
lokma bile yiyemedi.
***
Tuğrul, elleri montunun cebinde
ayaklarını sürüyerek çıktı evden. Zorla
yürüyordu sanki. Bir yandan da
söyleniyordu.
-Pilavmış, para yokmuş! Herkes
hayatını yaşıyor, biz sürünüyoruz. Ah
gözün kör olsun fakirlik!
Gözleri önünde yürüyordu. Sanki
bütün herkes kendisine bakıyor ve
içten içe alay ediyordu. Sanki başını
kaldırsa onu birbirlerine gösterip alay
edeceklermiş gibi hissediyordu.
Söylene söylene parka kadar gelmişti.
Kafasını kaldırdı, oturacak bir yer
aradı. Adımlarını sürüyerek parka girdi
ve bankın birine oturdu. En azından
biraz kendine gelirdi. Gözleri, ucu
yırtılmak üzere olan ayakkabısına
takıldı. Ayaklarını hafif içeri çevirerek
gizlemeye çalıştı.
-İşe bak, dedi. Ayakkabı, ayakkabı
değil, sanki pabuç.
Bu sırada bir çocuk yanına yaklaştı.
-Boyayayım abi, dedi.
İsteksiz bir tavırla çocuğu inceledi. Eli
yüzü kapkaraydı. Elbiseleri lime
limeydi. Lastik ayakkabıları vardı.
Elindeki pabucu uzatmış, bekliyordu.
Çocuk, Tuğrul’un manasız manasız
baktığını görünce :
-Hişt abi, dedi. Boyayalım mı, dedim!
Tuğrul ezgin bezgin gözlerini
kaçırmaya çalıştı:
-Param yok ki, dedi. Hem şuna
baksana, boyanacak neresi kalmış?
Boyacı çocuk onun hâline acıdı ve
yanına oturuverdi.
-İsmin ne abi senin? diye sordu.
Tuğrul şaşkın bir tavırla ona baktı:
-Tuğrul, dedi. Ya seninki?
-Benimki de Hasan… Kötü bir şey mi
oldu abi?
Derdini soran bir dost bulmak
Tuğrul’u sevindirmişti. Anlatmaya
başladı derdini, içini döktü. Hasan işini
bıraktı, onu dinledi.
Konuşması bitince Hasan:
-Hayatımız birbirine benziyor abi, dedi.
Üstelik babam da yok benim. Evin tek
erkeğiyim. Ama hâlimden şikâyetçi
değilim. Buna da şükür. Sabahtan
öğleye kadar okula gidiyor, okuldan
gelince de boya sandığını alıp
buralara geliyorum. Günde 10-15
ayakkabı boyuyorum. Az çok bir şey
geçiyor elime. Kazandığımı da evin
masraflarına harcıyoruz. Hâlimize
şükrediyoruz. Sonuçta bizden beter
olan da var, değil mi?
Tuğrul şaşkın şaşkın bakarken Hasan
kalktı.
-Gidiyorum abi, dedi. İstersen
ayakkabını boyayayım, para almam.
-Sağol Hasan, dedi. Başka zaman
inşallah.
Hasan giderken arkasından baktı ve o
an fark ettiği durum karşısında sanki
başından aşağı kaynar sular dökülmüş
gibi hissetti. Ayakları engelliydi
Hasan’ın. Topallayarak, zar zor
yürüyordu. Oysa kalkıp gidene kadar
bunu hiç fark etmemişti. Kaldı ki,
Hasan da bundan hiç bahsetmemişti.
O an ister istemez gözleri kendi
ayaklarına gitti; koşabildiği, atlayıp
zıplayabildiği, sapasağlam ayaklarına.
Babasız ve engelli bir çocuğun
ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için
gösterdiği bunca azim ve irade
inanılmazdı. Asıl şimdi ezildiğini
hissetti.
Öyle değil mi idi ya? Neden, şu
durumunda bile, daha beter
durumda olan, hatta bir elbise
bulamayıp tek giysiyle yaşayan, bir
dilim ekmek için çöplükleri karıştıran
kimseleri düşünerek haline şükreden
Hasan kadar olamıyordu?
- Ne kadar da aptalım, diye hayıflandı.
Hasan’ın hâline bak, şu halinde bile
boyacılık yapıyor, parasını kazanıyor,
bir de ev geçindiriyor. Bana ne oluyor?
Yok, zengin olmakmış, yok para
bulmakmış! Hem ben çalışmıyorum
da! Rahatlığı bulmuşum, daha
fazlasını istiyorum. Bana ne
arkadaşlarımdan, Mert’ten Selim’den
bana ne?
Böyle düşündüğüne sevindi. İçi
rahatlamış bir şekilde doğruldu.
Hafiften kararmaya yüz tutmuş havaya
baktı. Başını önüne eğip:
-Annemi bugün çok üzdüm, kalbini
kırdım, dedi. Gidip gönlünü alayım,
elini öpeyim.
Ve acıktığını hissetti o an. Canı bulgur
pilavı istiyordu. Bu değişikliğe hayret
etti.
Adımlarını sürüyerek, hâlinden utanç
duyarak, fakirliğe isyan ederek geldiği
yoldan, şimdi pişman bir şekilde,
haline şükrederek dönüyordu.BAŞKALARIDA OKUSUN DİYE PAYLAŞIRMISIN ?OKUDUĞUNUZ KISSA'LAR İÇİN LÜTFEN YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN...
SAYFAMIZ HAKKINDAKİ OLUMLU VE YA OLUMSUZ GÖRÜŞLERİNİZİ YORUM KISMINDA BELİRTİRSENİZ MEMNUN OLURUZ..YAPILAN HER YORUM BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİDİR..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder