Padisah ve Cariye- ibretlik Hikaye
Çok eski
zamanlarda bir padişah vardı. Dünyada padişah olduğu gibi manevi yönden de çok
üstün bir kişiliğe sahipti.
Padişah bir
gün, atına binerek bazı yakınlarıyla ava çıktı. Yolda giderken bi cariye gördü.
Görür görmez âşık oldu. Bir kuş kafeste nasıl çarpınırsa padişahın rubuda o
şekilde çarpıyordu. Parasını vererek cariyeyi satın aldı.
Padişah
arzusuna kavuştuğu için çok mutluydu ama kader bu ya, cariye hastalandı.
Padişah dört bir yandan hekimleri bir araya getirdi. Onlara Her ikimizin canı da sizlerin elinde. Onsuz
hayatımın hiçbir önemi yok. Çünkü hayatımın canı odur. Dertliyim yaralıyım,
hastayım, ama dermanım o . Kim onu iyileştirirse ona mercan hazinemi vereceğim.
Hekimler bu uğurda canlarını feda edercesine çalışalım. Aklımızı, tecrübemizi
ve bütün hünerlerimizi bir araya getirelim. Beraber düşünelim, tedaviyi beraber
yapalım. Her birimiz bu zamanın İsa’sıyız her birimizde dermanların merhemi var
dediler.
Gururuna
kapılarak, her şeyin kendi ellerinde olduğunu sandılar. İnşallah iyi ederiz
demediler. Bu nedenle Hak Teâlâ onlara insanların aciz olduğunu gösterdi. Hekimler ne ilaç verdiyseler, tedavi için ne
yaptıysalar hasta iyileşmedi. Aksine daha da hastalığı arttı.
Bu arada
zavallı cariye günden güne eridi, kıl gibi inceldi. Padişahın ise gözlerinden
de ırmaklar gibi yaşlar akıyordu.
Padişah
hekimlerin bu hastalık karşısında aciz kaldıklarını görünce yalınayak doğru
mescide gitti.
Mihraba secdeye kapandı. Secde ettiği yer göz
yaşlarıyla sırılsıklam ıslandı. Padişah
Hakk’ın huzurunda kendini kaybetti. Bir müddet sonra, battığı yokluk denizinden
çıktı. Kendine geldi. Güzel bir dille Allah’a yalvardı.
Ey en az
bağısı dünya mülkü, dünya padişahlığı olan Allah ım ! Ben ne söyleyeyim? Sen
aciz kulunun gizlediklerini zaten biliyorsun Ey Allah ‘ım Bütün arzu ve isteklerimizde sana sığınmamız
gerekirken, biz yine yolumuzu şaşırdık. Bir cariyeye gönül verdik. Hastalanınca
da, sen varken hekimlere başvurduk. Gerçi sen Ey kulum, ben senin gizlediğin
bütün sırları bilirim ama sen yine onları dile getir, meydana dök buyurdun.
Padişah canı
gönülden yalvararak coşkuyla dua edince; Allah’ ın lütuf ve bağışlama denizi de
coştu, köpürdü.
Padişah gözyaşları
içerisinde ağlayarak yalvarırken bir ara kendinden geçti. Uykuya daldı. Rüyasında
bir pir gördü. O pir padişaha ‘’Ey
padişah! Sana müjdeler olsun, dileğin kabul olundu. Yarın sana garip kılıklı,
çok değerli bir hekim gelecek. Hekimlikte çok bilgilidir. Doğru, emniyetli ve
güvenilir bir kişidir. Onun vereceği ilaç, hiçbir sihrin tesir etmeyeceği bir
sihir gibidir. Dedi.
Padişah, rüyasında kendinse söylenen zatı,
pencere önünde beklemeye başladı. Gölge içinde güneş gibi parlayan bir zat
gördü. Faziletli, hünerli, bilgili birine benziyordu. Bir görünür, bir görünmez
gibiydi. Sanki bir hayal, hem vardı hem de yoktu.
Kapıyı açmak
için görevlilerden önce kendisi koştu. Ötelerden gelen misafirini karşıladı.
Padişah da misafir de ayrı ayrı vücutlarda bir tek ruh gibi birbirlerine
sarıldılar. Sanki iki can birbirine kavuşmuş bir olmuştu sanki. Padişah benim
sevgilim cariye değil senmişsin işte Allah’ın hikmeti; dünyada işten iş çıkar,
sebeplerden sebep doğar dedi.
Padişah
kollarını açıp, o ilahi hekimi gönderen Rabbine dua etti.
Buluşma, ağırlama,
hatır sorma yemek gibi işler bitti. Sonra padişah hastanın ve hastalığın
durumun anlatarak onu hasta cariyenin yanına götürdü. Hekim hastanın yüzüne
baktı, nabzını dinledi. Hastalığının belirtilerini sordu, sebeplerini dinledi.
Diğer hekimlerin yaptığı tedaviler faydalı olmamış, iyi edeceklerine
hastalığını arttırmışlar dedi.
Hekim
hastalığın ne olduğunu anlamıştı, fakat padişaha söylemedi. Hüznünün ve
üzüntüsünün çokluğumdan cariyenin gönül hastası olduğunu tespit etti. Hatanın
bedeni sağlam, yaralı olan gönlüydü. Sonra şöyle dedi:
‘’Sarayı boşalt,
içeride kimseler kalmasın. Köşede bucakta bizi kimse dinlemesin. Hastaya
soracağım bazı sorular olacak. Alacağım cevaplara göre tedavimi belirleyeceğim.
Hekim
istediği gibi hastayla baş başa kaldı. Yavaşça yanına yaklaşarak tatlı ve
yumuşak bir sesle,
Nerelisin?
Memleketini bilmem gerek. Çünkü her memleketin ilacı başka başkadır..
Memleketinde akrabalarından kimler var? Kime yakınsın? Özlediğin arkadaşların
var mı? Diye sordu.
Hekim elini
kızın nabzına koymuştu. Soru sorarken bir yandan da nabzını kontrol ediyordu.
Cariye;
evine, efendilerine, hemşerilerine ait olayları bir bir anlatıyor, başından geçenekleri
hikâye ediyordu.
Hekim bir
taraftan cariyenin anlattıklarını dinliyor diğer taraftan cariyenin nabzının
atışına dikkat ediyordu.
Hastanın
nabzını tutmaktan maksadı; konuşma sırasında hangi isim geçtiğinde cariyenin
nabzının hızlanacağını tespit etmekti. Çünkü cariyenin bazını hızlandıracak
olan isim, onu sevdiği uğruna yataklara düşüren kişinin de kim olduğunu ortaya
çıkaracaktı. Hekim,
‘’Kendi
memleketinden nasıl çıktın? Daha önce hangi şehirde idin? Diye sordu. Cariye
bir şehir adı söyledi, fakat ne yüzünün renginde ne de nabzında bir değişiklik
oldu. Daha sonra sırasıyla gittiği şehirleri, orada bulunanları, oturup tuz
ekmek yediği yerleri birer birer sayıp döktü, ancak durumunda bir değişiklik
olmadı.
Hekim çok
hoş bir şehir olan Semerkant’tan soruncaya kadar cariyenin nabzı yerindeydi ama
Semerkant’ın adı geçince kızın nabzı hızlandı ve yanakları al al oldu. Çünkü o
Semerkantlı bir kuyumcuya âşıktı. Ondan ayrı düşmenin ıstırabını çekiyordu.
Hekim
cariyeyi yatağa düşüren derdin sebep olanını bulunca; o kuyumcunun şehrin hangi semtinde ve hangi mahallesinde
oturduğunu sordu, öğrendi. Cariye,
‘’Senin
hastalığının ne olduğunu şimdi anladım. Allah’ın yardımıyla seni bu hastalıktan
kurutacağım. Yalnız sakın bana anlattıklarını kimseye söyleme. Padişaha hiç
söyleme. Gönlün sırlarının mezarı olsun diye tembihledi.
Hastanın
yanından ayrılan hekim, doğruca padişahın yanına vardı. Meseleyi biraz ona
anlatarak.
‘’Tedavisi
için yapılacak olan iş, bir an önce o kuyumcunun buraya getirilmesidir. Hediye
olarak altınlar ve süslü elbiseler göndererek kuyumcuyu kandır. Semerkant’tan
buraya davet et’’ dedi.
Bunun
üzerine padişah becerikli iki adamını Semerkant’ta kuyumcunun yanına gönderdi.
Kuyumcuya hediyeler sunarak onun ne kadar namlı bir kuyumcu olduğunu namının
Padişaha kadar ulaştığını söyleyerek ve kuyumcuyu sarayında görmek istediğini
bildirdiler.
Kuyumcu göz
kamaştıran hediyelere, gururunu okşayan iltifatlara ve vaat edilen makamların
çekiciliğine kapıldı. Bulunduğu şehirden ve çoluk çocuğundan ayrılarak
padişahın sarayına geldi.
Sayara gelen
kuyumcuyu hekim karşıladı. Alıp padişahın huzuruna çıkardı. Padişah kuyumcuya
pek çok iltifat ve ihsanda bulundu. Altın hazinesinin sorumluluğunu ona verdi.
Hekim bunun üzerine;
‘’Ey büyük
Sultan! O cariyeyi de bu kuyumcuya ver ki, cariye de iyileşsin’’ deyince
padişah, o ay yüzlü güzel cariyeyi kuyumcuya verdi. Altı ay kadar Muratlarına
erdiler. Cariye iyice iyileşti.
Daha sonra
hekim kuyumcu için bir şerbet hazırladı. Kuyumcu şerbeti içince, günden güne
erimeye başladı. Kuyumcu zayıflayınca, iyice çirkinleşti. Yüzü sararıp soldu.
Kızın gönlüde ondan tamamen soğudu. Bir süre sonra da kuyumcu ölünce, kızın
aşkı tamamen sonra erdi.
Dünyalar
güzeli aşktan ve hastalıktan kurtuldu. Arınıp tertemiz oldu.
******* Evet,
Sevgili Dostlar Aslında bu hikâyede anlatılmak istenenler çok manidardır. Haydi,
gelin bu hikâyeye birde bu gözle bakalım.
Bu hikâyede
geçen padişah ruhumuz. Cariye nefsimiz, hekim ise mürşidi kâmildir. Kuyumcu
ise, dünya sevgisinin ve dünyalık arzuların sembolüdür.
Padişah
i,olan ruh her bakımdan üstün özelliklerle yaratıldığı halde, cariye olan nefse
gönül vermiştir. Ruh aslının ne olduğunu
hesaba katmadan, nefsinin esiri olmuştur. Nefis, yaratılış icabı gözü
aşağılardadır. Cariyenin kuyumcuya olan
aşkı, nefsin dünyaya olan meylini sembolize eder. Ruh, nefsin kendisine yar
olamamasından ve hastalığından dolayı üzgündür. Bunun için çare arar. Nefsi, birçok hekime gösterir. Nefsi tedavi
edemeyen hekimler, sahte şeylerdir. Ruh becerikli ve mahir bir hekim arar. O da
ilahi bir yardım olarak gönderilen mürşidi kâmildir. Ruh, mürşidi kâmille
karşılaşınca gerçek sevgilisinin o olduğunu anlar. Gönül verdiği nefsin de manevi hastalıklardan
kurtulmasını ister. Ruh, mürşidinin tavsiyesine uyarak nefsi, dünyevi arzularıyla
buluşturulur. Bu kavuşma, nefsin maddi arzulardan bıkmasını sağlar. Mürşidin
verdiği ilaçlarla dünyevi arzular tamamen yok olur. Sonuçta dünyevi arzuların
ve zenginliğin sembolü olan kuyumcu yok olunca, nefis düştüğü hatayı anlar.
Şehvetten ve ihtirastan kurtulur. Ruha layık, tertemiz bir sevgili olur.
Ruhlar âleminde
mutlu bir yaşantısı olan ruhun, dünya âlemine geldikten sonra, maddi arzulara
kapılmaktan dolayı çektiği ıstıraplar, uğradığı bela ve musibetlerle birlikte,
bunlardan kurtuluş çareleri hikaye edilmiştir.
*** Umarız Bir
şeyler Çıkarmışsınız dır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder