ALLAH'A İTAAT, ONU SEVMEK, RESULÜNÜ SEVMEK
Ulu Allah (C.C.) buyuruyor:
— De ki, «eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah
da sizi sevsin» (38).
Allah'ın
rahmeti üzerinde olsun, bil ki, kulun Allah'ı ve O'nun Resul'ü-nü sevmesi,
onlara boyun eğmekle, onların emrine uymakla olur. Allah'ın kullarını sevmesi
de onlara mağfiret suretiyle ikramda bulunmasıdır.
Denilir ki, kul gerçek kemâlin yalnız Allah'da olduğunu,
kendisine ve-ya başkasında gördüğü her kemâlin gerçek kemalin Allah'dan ve
Allah sayesinde olduğunu bilince ne Allah'dan başkasını sevebilir ve ne de
Allah'a dayanmayan bir sevgiye gönlünde yer verebilir.
Bu bilgi de Allah'a ibadet etmek isteğini, O'na
yaklaştıracak davra-nışları arzu etmeyi gerektirir. Böyle olduğu için Allah
sevgisi, ibadet is-teği ile yorumlanmış ve yine bu sevgi ibadet ederken
Peygamber'imize (S.A.S.) uyma ona itaate teşvik şartına bağlanmıştır.
Hasan
el-Basrî'den (rehimehullahu) rivayet edildiğine göre Peygam-ber'imizin (S.A.S.)
zamanında bir takım kimseler «ey Muhammed! Biz Rabb'imizi çok severiz» demeleri
üzerine yukarıdaki ayeti kerime inmiştir.
Bişr el-Hafi (R.A.) diyor ki, «bir gece Peygamber'imizi
(S.A.S.) rü-yamda gördüm, bana dedi ki, «ey Bişr! Allah senin dereceni
arkadaşların arasında neden yüksek kıldı, biliyor musun? «Hayır, ya Rasulellah»
diye cevap verdim. Bunun üzerine Peygamber'imiz, salihlere hizmet ettiğin için,
mümin kardeşlerine nasihat ettiğin için, dostlarını ve yolumdan ay-rılmayanları
sevdiğin için ve yolumdan gittiğin için» diye kendi sorusuna cevap verdi.
Peygamber'imizi (S.A.S.) buyuruyor ki:
— Benim sünnetimi ihya eden beni sevmiş olur, beni sevenler
de Kıyamet günü cennette benimle birlikte olurlar.»
Bize kadar intikal eden bütün meşhur islâmî eserlerde
belirtildiğine göre ahlâkın bozulduğu ve halkın çeşit çeşit mezheplere
kapıldığı zaman-larda Resullerin efendisi olan Peygamber'imizin sünnetine
sımsıkı sarı-lanlara yüz şehidin ecri verilecektir. Meşhur «Şırat-ül İslâm»
adlı kitab-da da böyle yazar.
Yine Peygamber'imizi (S.A.S.) şöyle buyurur:
— Bana yüz çevirenler müstesna, ümmetimin hepsi cennete
gire-cektir»
Sahabîler sordular, «ey Allah'ın Resul'ü! Yüz çevirenler,
kimler-dir?»
Peygamber'imiz
sözlerine şöyle devam etti, «kim bana uyarsa cen-nete girecek, bana isyan
edenler, bana yüz çevirmişler demektir. Sünne-time uygun olarak yapılmayan her
iş, isyandır.»
Ehl-i tasavvuftan biri der ki Allah'ın-farz, kıldığı
ibadetlerden birini bile bile terkeden veya sünnetlerden birine bilerek uymayan
bir şeyhi ha-vada uçarken, denizde yürürken, ateş yerken veya daha başka
olağan-üstü davranışlar gösterirken görseniz, bütün bunlara rağmen adamın
da-vasında yalancı olduğunu, gösterdiği olağanüstülüklerin «keramet» de-ğil,
olsa olsa «istidrac» olduğunu biliniz. Allah böyle kimselerden cüm-lemizi
korusun.
Cüneyd ül-Bağdadî (rehimehullahu) der ki, «Allah'a ancak
yine Al-lah'ın sayesinde ulaşılabilir, Allah'a ulaşmanın yolu da
Peygamber'imizin (S.A.S.) yoludur.»
Ahmed ül-Hıvarî (rehimehullahu) der ki, «sünnete uymaksızın
işlenen her amel batıldır. Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyurur:
Şiratül islâmda bildirilmiştir.
— Sünnetimi yozlaştıranlar şefaatimden mahrum kalırlar.»
Hikâye edildiğine göre, adamın biri bir delinin cahil
sayılacak bir işi-ni görür ve durumu Ma'ruf ul-Kerhî'ye (rahimehullahu)
bildirir. Ma'ruf gü-lümseyerek der ki. «kardeşim! Allah'ı sevenler içinde
küçüğü, büyüğü, akıllısı, delisi vardır. Senin gördüğün bu adam, onların
delilerinden biri-dir.»
Cüneyd-ül Bağdadî (rehimehullahu) der ki, «bir gün şeyhimiz
Sırri
(rehimehullahu) hastalandı, hastalığının ne sebebini
anlayabildik ve ne de nasıl tedavi edileceğini bilebildik.
Bize mütehassis bir doktor tavsiye ettiler,şeyhin idrarını
bir şişeye koyarak ona götürdük, doktor idrara uzun uzadıya baktı. Sonra bize
dö-nerek «zannederim bu idrar aşık birine ait olsa» dedi. Ben bir nara
ko-yuvererek bayılmışım, idrar şişesi de elimden düşmüş.
Dönünce Sırrîye durumu anlattım, gülümseyerek «Allah canını
al-masın, nasıl da gördü!» diye cevap verdi. «Şeyhim, demek ki, muhabbet
idrardan bile belli olurmuş» dedim, bana «tabii» karşılığını verdi.
Fudayl
(rehimehullahu) der ki, «sana, Allah'ı seviyor musun, diye sordukları zaman,
sus. cevap verme. Çünkü eğer, hayır, diyecek olsan imandan çıkarsın, buna
karşılık, evet, diyecek olsan ve Allah'ı sevenlere yakışmayacak tavsif de
bulunsan Allah'ın gazabından kork.»
Süfyan
(rehimehullahu) der ki. «Allah'ı sevenleri seven kimse as-lında Allah'ı seviyor
demektir. Allah'a ikram eden kimselere ikram eden kimse, aslında Allah'a ikram
ediyor demektir.»
Sehl (rehimehullahu) der ki, «Allah'ı sevmenin alâmeti
Kur'an-ı ke-rimi sevmektir. Allah ve Kur'an sevgisinin alâmeti ise Peygamber
(S.A.S.) sevmektir. Peygamber (S.A.S.) sevgisinin alâmeti ise sünneti
sevmektir. Sünneti sevmenin alâmeti ise, Ahireti sevmektir. Ahireti sevmenin
alâmeti ise dünyadan hoşlanmamaktır. Dünyadan hoşlanmamanın alâmeti de Ahiret
azığı olabilecek kadarının dışında onun varlığından uzak dur-maktır.»
Ebul Hasan ül-Zencanî (rehimehullahu) der ki. «İbadet
binasının te-meli üç direk üzerinde oturur. Göz, kalb ve dil. Gözün ibadeti,
ibret al-makladır. Kalbin ibadeti, düşünmek ve duymakladır. Dilin ibadeti ise
doğru konuşmak ve Allah'ı zikretmekle olur. Nitekim ulu Allah şöyle bu-yurur

— Ey iman edenler! Allah'ı çok çok zikrediniz. O'nu sabah -
akşam noksan sıfatlardan tenzih ediniz.» (39).
Anlatıldığına göre bir gün Abdullah ile Ahmed İbni Hab bir
yerde bir-likte bulunuyorlardı. Bu arada Ahmed İbni Hab yerden bir ot kopardı.
Bu-nun üzerine Abdullah ona dedi ki. «bu hareket sana beş şeye mal oldu
1 —
Bu hareketle kalbini Allah'ı teşbih etmekten alıkoydun.
2 —-
Bu hareketle kendini Allah'ın zikrinden başka bir işle oyalan-maya alıştırdın.
3 —
Bu hareketinle başkalarının da aynı davranışta bulunmalarına önayak oldun.
4 —
O ot parçasını Allah'ı teşbih etmekten alıkoydun.
5 —
Bu hareketinle Kıyamet günü Allah'a kendi aleyhinde bir de-lil meydanagetirdin,»
(Revmak-ül Mucaniste böyle anlatılmıştır.)
Sirrî (R.A.) der ki, «bir gün Gürcanî'yi kavrulmuş un
yutarken gör-düm, «neden başka bir şey yemiyorsun» diye sordum,bana şöyle dedi:
Yiyeceği çiğnemek ile yutmak arasında yetmiş tesbihlik bir zaman geç-tiğini
hesab ettim, o yüzden kırk yıldır hiç ekmek çiğnemedim.»
Nakledildiğine göre Sehl İbni Abdullah onbeş günde bir
yemek yer-di. Bütün Ramazan ayı boyunca sadece bir kere yemek yerdi. Bazen
yet-miş gün geçer de hiç yemek yemediği olurdu. Yemek yediği zaman za-yıflar,
aç kalınca kuvvetlendiği görülürdü. Mescid-i Haram'da otuz yıl Ebu Hammad
ül-Esved'e komşu oldu da yerken veya içerken hiç görül-medi, her an Allah'ı
zikrederdi.
Anlatıldığına göre Amr İbni Ubeyd {rehimehullahu) yalnız şu
üç şey için evinden dışarı çıkardı:
1 —
Cemaatle namaz kılmak
2 —
Hasta ziyaret etmek
3—Cenaze namazı kılmak
O derdi ki, «insanları hırsız ve yankesici olarak
görüyorum. Ömür, paha biçilmez bir nadide mücevherdir. Ondan Ahirete kalacak
bir hazine doldurmak gerekir. İyi bilmelisiniz ki, Ahirete talip olanların
dünya ha-yatından el-etek çekmeleri gerekir. Ancak o zaman kulun ulaşmak
is-tediği hedef tek olur ve içi ile dışı arasında uyumsuzluk kalmaz. Böyle bir
hali muhafaza etmek, ancak kulun içini ve dışını devamlı kontrol al-tında
tutması İle mümkündür.
İmam-ı Şiblî (rehimehullahu) der ki, «İlk intisap ettiğim
günlerde uy-kum bastırınca göz kapaklarıma tuz sürerdim. Durum daha da
ağırla-şınca mili kızdırıp göz kapaklarıma sürme çekerdim.»
İbrahim
İbni Hâkim der ki, «babamın uykusu geldiği zaman denize girer yüzmeye başlardı,
o yüzerken denizdeki balıklar etrafına üşüşür, onunla birlikte teşbih
ederlerdi.»
Anlatıldığına
göre Vehb İbni Münebbih (rahimehullahu), geceleyin uyuma ihtiyacının üzerinden
kaldırması için Allah'a dua etmiş ve duası kabul edilerek kırk yıl hiç uykusu
gelmemiştir.
Hasan El-Hallac (rehimehullahu), kendi kendine topuğundan
dizine kadar onüç pranga vurur ve bu durumda her gün ve gece bin rekat na-maz
kılardı.
Cüneyd ül-Bağdadî (rehimehullahu) ilk intisab ettiği
günlerde çarşı-ya gelir, mağazasını açar, içeri girer ve hemen namaza dururdu.
Dört yüz rekat kıldıktan sonra evine dönerdi.
Habeşî İbnî Davud'un (rehimehullahu) kırk yıl yatsı abdesti
ile sabah namazı kıldığı bildirilmiştir.
Mü'minin her zaman abdestli bulunması gerekir. Her abdest
bozduğunda abdest tazeleyerek iki rek'at namaz kılmalıdır. Nerede oturursa
otursun, kıbleye yüzünün dönük bulunmasına dikkat etmesi gerekir. Ken-disini
daima Peygamber'imizin (S.A.S.) huzurunda oturuyormuş gibi farz ederek ona göre
kendisine çeki düzen vermelidir. Ta ki, bu düşünce altın-da her hareketi vakar
ve ağırbaşlı olsun, kabalıklara katlanarak her çir-kin harekete karşılık
vermesin, kusurlarına karşılık hemen istiğfar etsin, kendini ve amelini beğenip
böbürlenmesin. Çünkü kendini beğenmek, şeytanın sıfatlarındandır. Tersine
kendini küçümsesin, buna karşılık sa-lihlere hürmet ve mühimseme nazarı ile
baksın. Çünkü salihlere hürmet etmeyi bilmeyenleri Allah (C.C.) onlarla
birarada bulunma nimetinden mahrum eder. İbadete hürmet etmeyi bilmeyenlerin de
Allah, kalblerin-den ibadet lezzetini çıkarır.
Anlatıldığına göre Ebu Ali, Fudayl İbni İyad'a
(rahimehullahu) sor-dular ki, «ey Şeyh! İnsan ne zaman salih sıfatını kazanır?»
O şöyle ce-vap verdi: «Kulun niyeti, başkalarına nasihat etmek, kalbinde Allah
kor-kusu, dilinde doğru sözlülük bulunur ve bütün davranışları salih amel
olduğu zaman o kimse salih sıfatını taşımaya hak kazanır. Ulu Allah Mi'rac'da
Peygamber'imize «ey Ahmed! Eğer insanların günahlardan en kaçınanı ve dünyadan
en el-etek çekmişi olmak istiyorsan, Ahirete yö-nel>> diye buyurdu.
Peygamber'imiz «dünyadan nasıl eletek çekeyim» di-ye sordu. Ulu Allah «dünya
varlığı olarak sadece yiyecek, içecek ve gi-yecek kadar yanında bulundur. Yarın
için hiç bir şey biriktirme, hiç durmadan beni zikret» diye buyurdu.
Bunun
üzerine Peygamber'imiz «Allah'ım! Seni nasıl devamlı zikre-deyim» diye sordu.
Ulu Allah «insanlardan uzak durmakla; uykunu na-maz, yemeğini açlık yap» .diye
buyurdu.
Nitekim Peygamber'imiz (S.A.S. buyuruyor ki:
— Dünyadan uzak durmak hem bedeni ve hem de kalbi huzura
ka-vuşturur. Buna karşılık dünya tutkunluğu keder ve üzüntüyü artırır. Dün-ya
sevgisi, her günahın başıdır, ondan uzak durmak da her iyilik ve iba-detin ilk
adımıdır.»
Anlatıldığına göre salihlerden biri bir cematin yanından
geçiyordu. Baktı ki, bir doktor, hastalıkları sayıyor ve bahsettiği her
hastalığın nasıl tedavi edileceğini tarif ediyordu. Salih kişi doktora
seslendi, «ey be-denlerin tedavi edicisi! Kalbleri de tedavi edebilir misin?»
Doktor «evet, hastalığını bana anlat» dedi. Salih kimse «bahsettiğim kalbi
atışında da büzülüşünde de günahlar karartmıştır. Onun tedavisi var mıdır?»
dedi.
Doktor şu cevabı verdi, «böyle bir kalbin ilâcı,
gece-gündüz Allah'a yalvarmak, yakarmak, O'ndan af dilemek, O'na ibadet etmeye
koyulmak. O'ndan özür dilemektir. Kalblerin tedavisi böyledir, şifa ise
gayblerin bi-licisi olan Allah'dandır.»
Doktordan bu cevabı alan salih kişi yüksek bir nara atarak
ağlaya ağlaya yoluna devam etti. Yürürken şöyle dedi, «Sen ne iyi doktorsun,
kalbimin tedavisini doğru bildin» Doktor sözlerini şöyle bitirdi, «bu tari-fim,
tevbe ederek kalbiyle tevbelerin kabul edicisi olan Allah'a yönelen-lerin
tedavisidir.»
Anlatıldığına göre adamın biri bir köle satın alır. Köle
efendisine der ki, «efendim, aramızda şu üç şart bulunacak.
1 —
Vakit geldiğinde farz namazları kılmama engel olmayacaksın
2 —
Gündüz bana ne iş buyurursan buyur, geceleri bana iş ver-meyeceksin.
3 —
Evinde bana, benden başka hiç kimsenin giremeyeceği bir oda ayıracaksın.»
Adam köleye «bu şartlarını kabul ediyorum, kalk evleri gez,
kendine kendin bir oda seç» der.
Evleri
dolaşan köle orada yıkık bir ev bulunca «burayı seçtim» der; Adam «oğlum, neden
yıkık bir ev seçtin» der. Köle «efendim. Allah ile birlikte olunca yıkıntıların
bakımlı bahçe gibi olduğunu bilmiyor musu-nuz» der.
Köle gündüzleri efendisine hizmet eder, geceleri Allah'ına
ibadete ayırırdı.
Bu böyle devam edip giderken bir gece «efendi evi gezmeye
çıkar, kölenin kapısı önüne varınca odayı apaydınlık içinde ve köleyi de
sec-deye kapanmış görür, başından aşağı yerle gök arasına asılmış bir kan-dil
göz kamaştırıcı bir ışık saçmaktadır. Köle Allah'ına şu sözlerle yal-varıp
seslenmektedir. «Allah'ım! Efendimin hakkını omuzlarıma yükledin, ben de ona
gündüzleri hizmet ediyorum. Eğer böyle olmasaydı, gece-gün-düzünü sırf sana
ibadet ederek geçirirdim. Beni mazur gör, ya Rabb'i.»
Köle secdeye kapanmış böyle dua ederken efendisi ondan
gözlerini ayırmıyor, nihayet tanyeri ağarır, kandil geri alınır ve odanın
tavanı geri-ye kapanır.
Adam
geri döner, varıp olup bitenleri karısına anlatır. Ertesi gece olunca bu sefer
karısının elinden tutarak odanın kapısı önüne ikisi gelir-ler. Köle yine
secdeye kapanmıştır, kandil yine başından, aşağı sark-mıştır.
Karı-koca kapının önünde dikilip gözyaşları içinde köleye
bakarlar. Sonunda yine gün ağarır.
Bunun üzerine efendi köleyi çağırarak ona der ki, «sen
Allah rizası için azadsın, böylelikle kendini artık tamamen kendisine mazeret
beyan ettiğinin (Allah'ın) ibadetine verebilesin.» /
Köle ellerini havaya kaldırarak şu beyti söyler:
Ey sır sahibi! Artık o sır açığa çıktı.
Halim başkalarına malum olduktan sonra artık yaşamak
istemiyo-rum.
Sonra Allah'a şöyle yalvarır, «Allah'ım! Senden ölüm
istiyorum» Dua-sı biter bitmez derhal yere düşer ve ölür.
İşte salihlerin, Allah aşıklarının ve O'nun rızası peşinde
koşanların hali!
Zehri
Riyaz'da rivayet edildiğine göre Hz. Musa (A.S.) nın samimi bir arkadaşı
vardır, birlikte hoş vakit geçirirlerdi. Bir gün dostu Hz. Musa'ya «Allah'a
yalvar, kendini bana iyice tanıtsın» der. Dostunun ricasına uya-rak Allah'a dua
eden Hz. Musa'nın duası kabul edilir.
Bir müddet sonra Hz. Musa'nın dostu dağlara düşer, vahşî
hayvan-lara karışır, Musa onu iyice kaybetmiştir. Allah'a şöyle yakarır,
«Rabb'ım! O benim yakın dostum, kardeşimdi. Şimdi onu kaybettim.»
Gizli bir ses ona der ki, «ey Musa! Beni iyice tanıyan
kimse artık hiç bir insanoğlu ile düşüp kalkmaz.»
Rivayete
göre bir gün Hz. Yahya (A.S.) ile Hz. İsa (A.S.) çarşıda yü-rürken karşıdan
gelen bir kadın aralarından çarparak geçer. Hz. Yahya «vallahi ben bir şey anlamadım»
der. Hz. İsa, Yahya'ya «sübhanellah! Vü-cudun yanımda, ama kalbin nerede» der.
Hz. Yahya şöyle karşılık verir, «Ey Halamoğlu göz kapayıp
açasıya kadar bile kalbim Allah'ımdan başkası ile irtibat kursa Allah'ı
tanıma-dığımı anlarım.»
Bildirildiğine göre Allah'ı gerçekten tanımak, dünya ve
Ahiretin her ikisinden sıyrılarak sırf Allah'a yönelmek, muhabbet şarabı ile
bir kere sarhoş olduktan sonra onun cemalini görünceye kadar ayılmamaktır. O
kimse rabbinin nuru içindedir.
(38) Kuran-ı
Kerim/Al- imran Sûresi. 31
(39) Kur'an-ı
Kerim/Ahzab Suresi, 41
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder