AŞK NEDİR ?
«Sevgi» canlı varlığın, haz veren bir nesneye karşı meyil
duyması-dır. Söz konusu meylin pekişip güçlenmesi haline «aşk» denir.
Aşk duygusu, aşkın sevgilisine kul olması ve sahip olduğu
her şeyi uğrunda feda etmesine yol açacağı bir dereceye varabilir.
Züleyha'nın Hz. Yusuf'a (A.S.) karşı duyduğu aşkın ne
dereceye var-dığına bir baksana! Kadının bütün servet ve güzelliği bu uğurda
gitmiş. Yetmiş deve yükü mücevher ve gerdanlığının var olduğu söylenir,
hepsi-ni Hz. Yusuf'un (A.S.) aşkı uğruna harcamış, «Bu gün Hz. Yusuf'u gör-düm»
diyen herkese eline geçeni zengin edecek değerde bir mücevher vere vere elinde
hiç bir şey kalmamış.
Aşırı
aşkından dolayı diğer her şey aklından çıktığı için karşılaş-tığı her şeyi
«Yusuf» diye çağırır olmuş, o kadar ki, başın göğe kal-dırdığı zaman Hz.
Yusuf'un (A.S.) adını yıldızların üzerinde yazılı görür-müş.
Rivayete göre Züleyha iman edip Hz. Yusuf (A.S.) onunla
evlendik-ten sonra eski aşığı ve yeni kocasından ayrı yaşamaya yönelerek
kendi-sini ibadete vermiş, varlığını tamamen Allah'a adamış. Hz. Yusuf (A.S.)
kendisini gündüz yatağa çağırsa «akşama» diye savar, akşam çağırınca da
«yarına» diye ertelermiş.
Nihayet bir gün Hz. Yusuf'a (A.S.) demiş ki, «ben sana
Allah'ı tanı-madan önce aşık olmuştum, fakat O'nu tanıyınca kendisine karşı duydu-ğum
muhabbet, diğer her şeyin sevgisini gönlümden giderdi. O'nun sev-gisine bedel
istemiyorum.»
Hz. Yusuf Züleyha'nın bu sözlerine şöyle karşılık verdi,
«seninle bir-leşmemi emreden ulu Allah'dır. Senden iki çocuğumuz olacağını ve
bun-ları Peygamber olarak görevlendireceğini bana bildirdi.»
Bunun üzerine Züheyla, «Allah sana böyle emrettiğine ve
beni de
böyle bir neticeye vesile olarak seçtiğine göre Allah'ın
emri başım üze-rine!» demiş. Bundan sonra ancak kendini Hz. Yusuf'a (A.S.)
teslim et-miştir.
«Leylâ ile Mecnun'un aşk hikâyesini herkes duymuştur»
Mecnuna adın nedir diye sorarlar, «Leylâ» diye cevap verir. Bir gün yine
Mec-nuna «Leylâ ölmedi mi» derler. «Hayır, Leylâ kalbimde yaşıyor ölmedi, Leylâ
benim» diye karşılık verir.
Yine bir gün Mecnun, Leylâ'nın evi önüne gider ve gözlerini
gök yü-züne diker. Ona «ey Mecnun, gök yüzüne değil, Leylâ'nın odasının
du-varına bak, belki onu görürsün» derler. O böyle diyenlere «gölgesi
Ley-lâ'nın evine düşen yıldız bana yeter» diye cevap verir.
Anlatıldığına göre Hallac-ı Mansur'u (rehimehullahu) seksen
gün hap-setmişler, İmam-ı Şiblî (rehimehullahu) bir gün ziyaretine gitmiş ve
«ey Mansur, Muhabbet nedir» diye sormuş. Mansur «bu soruyu bana bugün değil,
yarın sor» demiş. Ertesi gün olunca Mansur'u zindandan çıkarır-lar, ve üzerinde
boynunu vurmak üzere yere yaygı yayarlar, bu sırada İmam-ı Şibli çıka gelerek
karşısında dikilir. Bu anda Mansur ona sesle-nir, «ey Şiblî! Sevginin başı
yangın, sonu ise ölümdür.
Hallac-ı
Mansur'un nazarında Allah'dan başka her şeyin batıl oldu-ğuna kesin kanaat
gelince ve yalnız Allah'ın hak olduğunu bilince, hak isminin onun kendi adı
olduğunu unutmuş ve sen kimsin sorusuna muha-tap olunca «ben hakkım» diye cevap
vermiştir.
Anlatıldığına göre sahici muhabbet, şu üç davranışta belli
olur:
1 -
Aşık, sevdiğinin sözünü diğerlerinin sözlerine tercih eder.
2 —
Aşık, sevgilisi ile oturup kalkmayı başkaları ile birarada olma-ya tercih eder.
3 —
Yine aşık, sevgilisinin rızasını kazanmayı, başkalarının hoşnut-luğunu
eldeetmeye tercih eder. (El Münteha - Nam Kitapta da böyledir.)
Söylendiğine göre «aşk» perdeyi yırtmak ve sırları
keşfetmektir. «Vecd» hali ise zikrin lezzetine varıldığı anda ruhun, arzunun
taşkınlığı-na katlanamamasıdır, öyle ki, bu hali yaşayan kimsenin azalarından
biri kesilse hiç bir şey duymaz.
Anlatıldığına göre adamın, biri Fırat nehrinde
yıkanıyormuş, bu ara-da:

«ey
günahkârlar! Bugün seçiliniz» mealindeki âyet-i kerimeyi okuyan bir adamı
duymuş (35). Ayetin içine saldığı dehşetin etkisi ile çırpınmaya başlamış ve
sonunda boğulmuş ve ölmüş.
Muhammed İbni Abdullah el-Bağdadî (rehimehullahu) diyor ki,
«Bas-ra şehrinde iken bir gün yüksek bir çatıya çıkmış bir delikanlı gördüm,
yüzünü halka dönmüştü, şöyle diyordu: «Aşık olarak ölen kimse işte böy-ledir.
Uğrunda ölüm olmayan aşkın hiç bir değeri yoktur.»
Bu sözlerin arkasından kendini boşluğa attı. «manzarayı
hayretle seyreden halk» tarafından «ölüsü» alıp götürüldü.
Cüneydül Bağdadî (rehimehullahu). «Tasavvuf, ihtiyarı
terketmektir» demiştir.
Hikâye
edildiğine göre Zünnun'ül Mısrî (rehimehullahu) bir gün Mes-cid-i Haram'a
girer, sütunlardan birinin altında çırılçıplak, yerde yatan hasta bir delikanlı
görür, delikanlı yanık bir sesle inlemektedir. Bundan sonrasını Şeyh'in
kendisinde dinleyelim:
«Yanına sokuldum, selâm verdim ve «ey delikanlı, sen
kimsin» diye sordum. «Ben aşık bir garibim» diye cevap verdi. Ne demek
istediğini anlamıştım, «ben de senin gibiyim» dedim.
Bu sırada ağlamaya başladı, onun ağlaması beni de ağlattı.
Bana «sen de mi ağlıyorsun» diye sordu, «ben de senin gibiyim» diye karşılık
verdim. Bunun üzerine daha yüksek bir sesle ağlamaya başladı ve gür, yüksek bir
nara attı, hemencecik ruhunu teslim etti.
Elbisemi üzerine örttüm, kefen bulmak için yanından
ayrıldım, kefen satın alıp dönünce onu yerinde bulamadım. Şaşkınlık içinde
«sübhanel-lah» dedim. Bu sırada kulağıma gizli bir ses geldi, şöyle diyordu:
«Ey Zün-nun! O öyle bir garibdir ki, onu dünyada şeytan aradı, bulamadı. Malik
aradı/bulamadı, cennette Rıdvan aradı, o da bulamadı.» «O nerededir?» diye
seslendim. Kulağıma şu cevap geldi: «Samimî muhabbeti, çok iba-det etmesi ve
hatasından derhal tevbe etmesi sayesinde Muktedir Mâ-lik'in (ulu Allah'ın)
yanında sadakat koltuğundadır (36).
Şeyhlerden birine «Allah'ı seven nasıl olur, alâmetleri
nelerdir» di-ye sormuşlar, şu cevabı vermiş: «İnsanlarla az münasebet kurar,
zama-nının çoğunu kendisi ile başbaşa geçirir, devamlı düşünme halindedir, çok
az konuşur, bakar fakat görmez, çağrıldığında duymaz, kendisine söyleneni
anlamaz, başına gelen belâya üzülmez, acıktığını hissetmez, vücudunun bir yeri
çıplak kalsa farkına varmaz, kendisine ağır söz söy-lense korkmaz.
Yalnızlığında Allah'a nazar eder. O'nunla ünsiyet kurar,
O'na yal-varır. Dünya ehliyle dünya işleri için hiç bir tartışmaya girişmez.
Ebu Türab al-Nahbaşî (rehimehullahu) Allah sevgisinin
alâmetleri hak-kında şu beyitleri söylemiştir:
«Sakın aldanma! Sevenin alâmetleri vardır.
Onun üzerinde sevgili tarafından armağan edilmiş nişanlar
vardır.
Bunlardan biri ondan gelen belâdan haz duymasıdır.
Onun her yaptığına sevinmesidir.
Ondan gelen yokluk, makbul bir hediyedir.
Yoksulluk ise bir ikram, bir geçici ihsandır.
Delillerden biri, onun kararlı görmedir.
Sevgilisine
itaat hususunda bütün kışkırtıcı kınamalara rağmen Delillerden biri güler yüzlü
görünmesidir.
Kalbinde sevgiliden gelen heyecan kaynaşır
Delillerden biri anlayışlı görünmesidir
Nazarında sevgi sahibi olan bir soranın sözüne karşı
Delillerden biri
de tedirgin görünmesidir Söylediği her sözü tartarak konuşan.
Nakledildiğine göre Hz. İsa (A.S.) bir gün bahçe sulayan
bir delikan-lı ile karşılaşır. Delikanlı Hz. İsa'ya «Rabb'inden, sevgisinin
zerre ağırlığın-daki bir kısmını bana bağışlamasını dile» der. Hz. İsa ona «sen
zerre ka-darına dayanamazsın» diye karşılık verir. Delikanlı «o halde zerre
kadarı-nın yarısını versin» der. Bunun üzerine Hz. İsa onun için «ya Rabb'i! bu
gence sevginin zerre kadarının yarısını bağışla» diye dua eder ve yolu-na devam
eder.
Epeyce bir müddet sonra Hz. isa'nın (A.S.) yolu yine oraya
düşer, delikanlıyı sorar, «delirdi, dağlara çıktı» derler. Hz. İsa delikanlıyı
ken-disine göstermesi için Allah'a dua eder. O sırada delikanlıyı dağlar
ara-sında görür; onu gözlerini gök yüzüne dikmiş ve bir kaya üzerinde dim-dik ayakta
dururken bulur.
Hz. İsa (A.S.) delikanlıya selâm verir, selâmını almaz,
«ben İsa'yım» diye kendisini tanıtarak delikanlının ilgisini çekmeye çalışırken
ulu Allah'-dan kendisine şu vahiy gelir: Kalbinde benim sevgimin yarım
zerresini taşıyan kimse insanoğlunun sözünü hiç duyar m»? İzzet ve celâlim
hak-kı için sen onu testere ile ikiye biçsen onun acısını bile duymaz.»
Üç şeyden kendini kurtarmaksızın şu üç şeyi iddia eden
kimse al-danmıştır:
1
— Dünyayı sevmesine rağmen Allah'ı zikretmekten
lezzet aldığını söyleyenkimse,
2
— İnsanları pohpohlamayı sevdiği halde amelde
ihlâsı sevdiğini id-dia edenkimse,
3
—Nefsinin burnunu kırmaksızın Allah'ı sevdiğini
ileri süren kimsePeygamber'imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:
— Öyle bir gün gelecek ki, ümmetim beş şeyi unutarak beş
şeyi se-vecektir:
1 —
Dünyayı sevecek, ahireti unutacaklardır.
2 _
Malı sevecekler, fakat ahiret günü hesaplaşmasını unutacak-lardır.
3
— Mahlukatı sevecekler, yaratıcıyı
unutacaklardır,4 — Günahları sevecekler, tevbeyi unutacaklardır.
5 - Köşkleri sevecekler, mezarları unutacaklardır.
Mansur İbni Ammar (rehimehullahu), bir delikanlıya öğüt
verirken ona der ki, «ey delikanlı! Gençliğin seni aldatmasın. Boş kuruntulara
dala-rak tevbe etmeyi hep ileriye bırakan ve öleceğini düşünmeyen nice genç
vardır ki» «Yarın, ya da öbür gün tevbe edeceğim» diye cevap verir. Oy-sa
tevbeye sıra getirmeden ölüm meleği ona geliverir ve kabrin boşluğu-na
yuvarlanır, artık orada ona ne malın, ne kölenin, ne çoluk-çocuğun ve ne de
ana-babanın bir faydası vardır.
Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:
— Ne malın ve nede çoluk-çocuğun fayda vermediği gün.
Yalnız Allah'a temiz kalb ile gelen müstesna» (36).
Allah'ım!
Bize ölmeden evvel tevbe etmeyi nasib eyle, gaflette iken bizi ikaz buyur ve
elçilerin önderi olan Peygamber'imizin şefaatinden fay-dalanmamızı müyesser
eyle.
Müminin özelliği, günah işler-işlemez hemen o gün, hatta o
anda tevbe etmesi, işlediği kusura karşı pişmanlık duyması, dünyadan azık
edecek kadar bir paya razı olarak onun ile oyalanmaması, kendini ahiret için
amel etmeye vermesi ve Allah'a ihlâs içinde ibadet etmesidir.
Anlatıldığına göre münafık ve cimri bir adam varmış,
karısına hiç kimseye sadaka vermeyeceğine dair yemin verdirmiş, aksi halde
boşa-yacağını söylemiş.
Günün birinde kapıya bir dilenci gelmiş ve «ey hane halkı!
Allah hakkı için bana bir şey verir misiniz,» diye seslenmiş, kadın da
dilenci-ye üç çörek vermiş, dilenci yolda münafıkla karşılaşmış, adam «bu çö
rekleri sana kim verdi» diye sormuş, dilenci de «işte şu
evin hanımı» di-ye cevap vermiş, dilencinin tarif ettiği ev, kendi eviymiş.
Münafık koca öfke ile eve girmiş ve karısına sen «hiç
kimseye bir şey vermeyesin diye yemin etmedin mi» diye bağırmış. Kadın «Allah
için verdim» diye cevap vermiş.
Adam kalkmış, tandırı yakmış ve tam kızınca karısına «kalk,
kendini Allah için şu tandıra at bakalım» diye emretmiş. Kadın kalkmış
ziynetleri-ni almış Münafık ziynetlerini bırak» diye bağırmış, kadın «seven
sevgi-lisi için süslenir, ben sevgilimi ziyaret etmeye gidiyorum» diyerek yeni el-biselerini
giymiş olarak kendini kızgın tandıra atmış, adam da kapağını kapatarak oradan
uzaklaşmış.
Aradan
üç günün geçmesi üzerine münafık, tandırın başına gel-miş kapağını kaldırınca
kadının Allah'ın izni ile yanmadan içerde sapa-sağlam durduğunu görerek şaşkına
dönmüş, o sırada gizliden kulağına şöyle bir ses gelmiş, «ateşin sevdiklerimizi
yakmadığını bilmiyor muydun?»
Nakledildiğine göre Firavun'un karısı Asiye kocasından
gizli olarak iman etmiş, imanını saklıyormuş. Fakat Firavun sonunda durumu öğ-renince,
ona işkence edilmesini emretmiş, çeşit çeşit işkencelerden ge-çirildikten sonra
Firavun ona «imanından dön» diye teklif etmiş, fakat Asiye dönmemiş.
Bunun üzerine Firavun bir tomar kazık getirtmiş, bunlarla
Asiye'nin vücudunun çeşitli yerlerine vurmuşlar sonra. Firavun karısına bir
daha «dininden dön» diye teklif etmiş. Asiye ona şöyle cevap vermiş, «senin
zorbalığın ancak benim nefsime hükmedebilir, kalbim ise Allah'ın
hima-yesindedir. Beni kıymık kıymık doğrasan bile sadece Allah'a karşı duy-duğum
sevginin artmasına sebep olabilirsin.»
Derken Hz. Musa (A.S.) Asiye'nin yanma varmış, Asiye onu
görün-ce «ey Musa!
Söyle bana, Rabb'im benden hoşnut mu, yoksa bana kızgın
mı?» diye seslenmiş. Hz. Musa ona şu cevabı vermiş, «ey Asiye! Göklerin
melekleri senin yolunu gözlüyor, yani hepsi senin özlemini çekiyor, ulu Allah
seninle iftihar ediyor, ne istiyorsan bana söyle, mutlaka yerine
ge-tirilecektir.»
Bunun üzerine Asiye şöyle dua etmiş,
Asiye'nin bu duası Kur'an-ı ke-rimde Allah tarafından bize nakledilmektedir.
Ulu Allah şöyle buyuruyor:

<<—EyRabb'im! Bana Cennette senin yanında bir ev yap.
Beni Fira-vundan ve onun amelinden kurtar. Beni zalimler gürühundan kurtar»
(37).
Selman-ı Farisî'den (R.A.) rivayet edildiğine göre
Firavu'nun karısı Asiye'ye uygulanan işkencelerden birisi de kızgın güneş
altında yanmaya bırakılması idi» fakat işkenceciler çekilip gidince, melekler
onu kanatları-nın gölgesi altına alırlardı, bu sırada cennetteki evini görürdü.
Hz. Ebu Hüreyre'den (R.A.) rivayet edildiğine göre Firavun,
karısı Asiye için yere dört kazık çakmış, kadını bunların üzerine yatırmış,
göğ-sünün üstüne bir değirmen taşı bindirerek bu durumda onu kızgın güneşe
doğru çevirip yanmaya bırakmış. Asiye bu halde iken başını göğe kal-dırarak az
önce naklettiğimiz ayetteki dua ile Allah'a seslenmiş ve «Ey Rabbim bana
cennette senin yanında bir ev yap...» demiş.
Hasan-ül Basrî (rahimehullahu) der ki, «Allah O'nu en şerefli
bir şe-kilde kurtararak cennete çıkardı. O orada yer, içer.» Bundan
anlaşıldığına göre Allah'a (C.C.) sığınmak, O'ndan yardım dilemek, sıkıntı ve
belâ anın-da O'ndan kurtuluş istemek salihlerin bir geleneği ve müminlerin bir
gö-reneğidir.

(35) Kur'an-ı
Kerim/Yasin Sûresi, 59
(36) Zehr-ur
Riyaz
(36) Kur'an-ı
Kerim/Şuara Sûresi, 88—89
(37) Kur'an-ı
Kerim/Tahrifti Sûresi. 11
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder